29 Ocak 2013 Salı

Baş Dönmesi Nedir? Tedavi Süreci ve Nasıl Tedavi Edilir?

Başdönmesi, ayırıcı tanısı en güç semptomlardan biridir. Denge fizyolojisi hakkında bir çok bilinmeyen nokta olması, ve vestibüler-proprioseptiv-vizüel sistemlerin santral sinir sistemindeki karmaşık etkileşimleri nedeniyle, tanıda yardımcı laboratuar teknikler kısıtlıdır. Bu nedenle, ayırıcı tanıda anamnez ve fizik muayene bulguları, diğer hastalıklar ile kıyaslandığında, çok daha ön plana çıkar.
Baş dönmesi ile gelen bir hastada yanıtlanması gereken ilk soru hastanın yakınmasının santral (nörolojik) mi, periferik (vestibüler sisteme – iç kulağa ve vestibüler sinire ait mi)) olduğunun saptanmasıdır.
İç kulağa ve vestibüler sinire, yani vestibüler sisteme, ait başdönmesi vertigo olarak isimlendirilir. Vertigo, kişinin veya çevresindeki eşyaların dönmesi şeklinde algılanan bir hareket illüzyonudur. Genellikle beraberinde bulantı, kusma, soğuk terleme gibi nörovejetatif yakınmalar da bulunur. Bazen (hastalığın tipine göre) işitme kaybı, tinnitus da eşlik edebilir. Ancak, diplopi, yüz veya vücudun bir bölümünde oluşan hipoestezi, parezi, görme kaybı, bilinç kaybı gibi santral sinir sistemine ait yakınmalar bulunmaz. Bu bulgular çoğunlukla santral nedenlere bağlı oluşan denge bozukluklarında karşımıza çıkar.
Santral, yani nörolojik yakınmayla gelen hasta da “başdönmesi” olduğunu belirtir. Ancak bu semptom sorgulandığında, hasta, yakınmasını; çevresinin veya kendisinin dönmesi şeklinde değil; daha çok “dengesizlik”, “yarı bayılma hali”, “ayağının altındaki zeminin dalgalanması” şeklinde bir his, “sarhoşluk”, “başında bir hafiflik” hissi şeklinde tanımlar. Bu tanımlar vertigodan farklıdır.
 Fizik muayenede; ister santral, ister periferik olsun, yakınmalara genellikle nistagmus denilen gözlerdeki sıçrayıcı hareketler eşlik eder. Nistagmusun yönü muayenede dikkatle incelenmesi gereken noktalardan biridir. Yön tanımlanırken nistagmusun daha hızlı olan komponentinin yönü esas alınır. (Daha yavaş olan komponentin yönü değil.) Eğer nistagmusun yönü bakış yönünün değişmesi ile değişmiyor ise, nistagmus horizontal veya horizonto-rotatuar ise, hastaya sabit bir noktaya baktırdığımızda amplitüdü azalıyor ise (optik fiksasyon) lezyon genellikle periferiktir. Bunun tersi; bakış yönüne göre yön değiştiren nistagmusun olması, nistagmusun vertikal olması, optik fiksasyon uygulanmasına rağmen nistagmusun şiddetinde değişiklik olmaması lezyonun santral olduğuna işarettir.
 Denge durumunun test edilmesi de rutin uygulamalar arasındadır. Bunlar arasında Romberg testi (hastanın gözleri kapalı ve kolları ileri uzatılmış olarak ayakta tutulması) sistemik veya spinal traktusu ilgilendiren patolojilerde pozitif bulgu verebilir. Ancak akut periferik lezyonlarda da hasta lezyon tarafına düşmeye eğilimlidir. Benzer şekilde; Fukuda testinde, hasta gözleri kapalı ve kolları ileri uzatılmış olarak yerinde saydırılır (yerinde adımlatılır). Periferik lezyonlarda bu testte de lezyon tarafına doğru rotasyon saptanır. Gözler açık ve kapalı olarak yaptırılacak yürüyüş testinde de akut periferik lezyonlu hastanın lezyon tarafına doğru düşme eğilimi vardır. Oysa santral lezyonu olan hasta bu testlerde geniş tabanlı yürüyüş denilen ayaklarını açarak yürür veya adımlama yapar, ve hareketleri ataksiktir.
 Santral lezyonlar arasında yer alan serebellar lezyonların tanısı için serebellar testler rutin olarak uygulanmalıdır. Bu testlerde dismetri, disdiadokokinezi, ataksinin varlığı araştırılır. Ayrıca, santral lezyonların diğer semptomlar ile birlikte olması nedeniyle, her hastada rutin olarak kranyal sinir muayenesi de uygulanmalıdır.
Lezyonun periferik lokalizasyonu, yani iç kulak-vestibüler sinir kaynaklı olduğu saptandıktan sonra yanıtlanması gereken ikinci soru; bu periferik patolojiye hangi hastalığın neden olduğudur.
 İlk basamakta, rutin KBB muayenesi sırasında otoskopik bulguların incelenmesi gerekir. Akut süpüratif otitis media veya kolesteatomlu kronik otitis media varlığının, şiddetli vertigo atağı geçiren bir hastada bulunması, akut labirentit ön tanısını akla getirmelidir. Bu hastalarda vertigo yakınmasına sensorinöral işitme kaybı ve tinnitus da eşlik eder. Kolesteatomlu kronik otitis media’da iç kulak çevresindeki kemik duvarın kolesteatomla erozyonu sonucunda “perilenf fistülü” oluşabilir. Bu hastalar genellikle ıkınma, öksürme gibi intrakranyal basıncın arttığı durumlarda anlık vertigodan yakınırlar. Dış kulak yoluna pnömotik otoskopla uygulanan pozitif ve negatif basınçlarda hastada vertigonun başlaması, ve nistagmusun gözlenmesi (fistül testi) tanı amacıyla uygulanacak test yöntemidir. Temporal kemik neoplazileri (Glomus timpanikum, karsinomlar, gibi) nadir rastlanan hastalıklar olmak ile birlikte benzer klinik tablolara neden olabilirler.
 Rutin KBB muayenesinde organik bir lezyon saptayamıyor isek, periferik vertigonun kökeni büyük olasılıkla iç kulak veya vestibüler sinirdir. Medialde yerleşmesi, ufak boyutu ve lezyonlarının hücresel düzeyde olması nedeniyle, bugünkü gelişmiş radyolojik görüntüleme yöntemlerine rağmen, bu organın hastalıklarının tanısının konması oldukça güçtür. Her ne kadar, elimizde dijital teknolojinin kullanıldığı çeşitli laboratuar yöntemleri var ise de, vertigoya neden olan periferik vestibüler hastalıkların tanısında anamnez hala en çok bilgi sunan yöntemdir.
 Ayırıcı tanıda vertigo yakınmasının süresi en önemli kriterdir. Süreye göre vertigoları saniyeler süren, saatler süren ve günler süren vertigo olarak üç grupta incelemekteyiz. Buna göre; her grupta karşılaşma olasılığımızın en fazla olduğu hastalıklar şu şekildedir:
1- Saniyeler süren vertigo: Benign paroksismal pozisyonel vertigo (BPPV)
2- Saatler süren vertigo: Ménière hastalığı
3- Günler süren vertigo: Vestibüler nöronit
Benign Paroksismal Pozisyonel Vertigo (BPPV)
Periferik vertigo nedenleri arasında birinci sırada yer alan BPPV, ilk kez 1921 yılında Barany tarafından tanımlanmıştır. Hastalık genellikle bayanlarda daha sıktır. Beşinci dekadda insidans daha yoğundur. Hastalığın isminin başında “benign” kelimesi vardır; çünkü, semptomlar çok abartılı ve hastayı paniğe sürükleyecek kadar şiddetli olsa da, altta yatan hayatı tehdit edici serebral veya benzeri bir patoloji yoktur. “Paroksismal” sözcüğü ise, hastalık sırasında oluşan vertigo ataklarının belli haftalar veya aylarda yoğunlaşmasını, ancak bu yoğunluk dönemleri arasında hastanın tamamen normal olduğu iyilik dönemlerini belirtir. “Pozisyonel vertigo” sözcüğü; öne veya arkaya eğilme, yataktan kalkma, yatakta dönme gibi hasta tarafından da tipik olarak tanımlanabilen provokatif hareketler ile yaklaşık 30-40 saniye kadar süren, ani başlangıçlı, şiddetli vertigoyu tanımlar.
Genellikle, bu vertigo ile birlikte hastalık için tipik olan nistagmus oluşur. Bu nistagmusun özellikleri ilk kez 1952 yılında Dix ve Hallpike soyadlı iki hekim tarafından tanımlanmıştır. Daha sonra bu iki hekimin soyadlarına ithafen Dix-Hallpike testi olarak anılan manevra hastalığın tanısının konulmasında ve lezyonlu kulağın saptanmasında en değerli metoddur:
 Test, oturur pozisyondaki hastanın başının 45° derece sağa çevrilmesi ile başlar. Bu durumda, test edilen kulak sağ kulaktır. Hastanın başı sağa çevrik iken, hasta hızla arkaya doğru yatırılarak boynu hiperfleksiyonda kalacak şekilde supin pozisyona getirilir. Bu pozisyonda 20-30 saniye beklenildikten sonra, hasta yine oturur pozisyona döndürülür. Daha sonra sol kulağı test etmek için hastanın başı bu kez 45° derece sola çevrilerek aynı yatırma ve kaldırma manevrası uygulanır (Resim 1).

 Dix - Hallpike testi
 Hastanın supin pozisyonda 30-40 saniye beklediği evrede göz hareketleri incelenir, ve aşağıdaki özelliklere sahip nistagmusun varlığı araştırılır. (Bu özelliklerin hangi kulağın yere yakın olduğu durumda ortaya çıktığının belirlenmesi de önemlidir. Özelliklerin ortaya çıktığı pozisyonda alttaki, yani yere yakın olan kulak lezyonlu kulaktır) :
o Geotropik nistagmus: test edilen, yani yere yakın pozisyonda bulunan kulağa doğru vuran horizonto-rotatuar nistagmus
o Latans periodu: Nistagmusun yatar yatmaz başlamaması, 3-5 saniyelik bir beklemeden sonra başlaması.
o Nistagmusun yaklaşık 30-40 saniye kadar sürmesi, ve sonra ortadan kalkması.
o Hasta oturur pozisyona getirilince nistagmusun yönünün tersine dönmesi.
o Yorgunluk: testin birkaç kez tekrarlanması ile nistagmusun giderek zayıflaması.
Tanı açısından değerli olan bu test dışında, radyolojik incelemelerin tanıda yeri yoktur. Odyolojik testler normaldir.
Patofizyoloji:
İç kulakta; rotasyonel baş hareketlerini algılamaya duyarlı 3 adet yarım-daire kanalı bulunur. Her plandaki baş hareketine duyarlılığı sağlamak için vertikal planda yerleşmiş iki adet (posterior ve anterior), horizontal planda yerleşmiş bir adet (horizontal) yarım-daire kanalı mevcuttur. Her yarım-daire kanalının tübüler bir segmenti (krura), ve bu segmentin bir ucunda bulunan ampul şeklinde genişleyen parçası (ampulla) vardır (Resim 2). Sensoriyel hücreler ampulla kısmında yer alan krista ampullaris denilen yapının üzerinde dizilirler, ve stereosilyaları ile kupula adı verilen jelatinöz bir kitleye bağlanırlar


Rotasyonel baş hareketlerine duyarlı bu üç yarım-daire kanalı dışında, çizgisel hareketlere duyarlı sensoriyel hücrelerin bulunduğu sakkül ve utrikül olarak adlandırılan iki kompartman da iç kulağın yapısı içindedir. Sakkül ve utriküldeki sensoriyel hücreler ise, makula olarak isimlendirilen platform üzerinde yer alırlar, ve yine stereosilyaları ile kupula benzeri jelatinöz bir kitleye yapışırlar. Belirtilmesi gereken bir noktada: bu jelatinöz kitlenin içerisinde hücrelerin yerçekimine karşı duyarlılıklarını arttırmakla görevli kalsiyum kristallerinin (otolit) bulunmasıdır (Resim 4).


BPPV’li hastalarda, utrikül makulasından kopan otolitler, endolenfin içinde yüzerek yarım-daire kanalları içine girerler. Bu kanallardan en sık birikime maruz kalanı posterior yarım-daire kanalıdır. Posterior yarım-diare kanalının ampullasında biriken otolitler, yukarıda tanımlanan, vertigoyu provoke eden hareketler ile (öne-arkaya eğilme, yatakta lezyonlu kulak tarafına dönüşler, yatağa uzanma, yataktan kalkma, Dix-Hallpike testi) kanal içinde hareket ettiklerinde kupulayı, dolayısıyla da sensoriyel hücrelerin stereosilyalarını hareket ettirerek anormal nöral deşarja, sonuç olarak da vertigo ve nistagmusa neden olurlar.
Etyoloji:
Çoğu hastada otolitlerin yerinden kopuşunu açıklayacak etyolojik bir etken saptanamaz (idiopatik). Ancak, bazı hastaların anamnezlerinde travma, kulak cerrahisi, Meniere hastalığı, vestibüler nöronit, otoskleroz gibi iç kulağı ilgilendiren patolojilerin bulunması, bu patolojilerin etyolojide rol oynayabileceğini işaret etmektedir.
Tedavi:
BPPV’nin tedavisinde izlem (hastalığın paroksismal özelliği nedeniyle spontan regresyon olacaktır), medikal tedaviler (vestibüler yanıtları baskılayan vestibülosupresan ilaçlar), vestibüler rehabilitasyon (semptomları ortaya çıkaran hareketlerin hergün defalarca tekrarlanması ile santral sinir sisteminin kompanzasyon mekanizmalarının devreye girmesini amaçlar) uygulanmış seçeneklerdir. Ancak, bu yöntemlerde, hasta uyumu ve memnuniyeti düşüktür.
Günümüzde BPPV’nin tedavi metodu kanal içindeki otolitlerin tekrar utrikül içine düşmesini sağlayan “repozisyon manevralarıdır”. Epley ve Semont soyadlı iki ayrı hekimin tanımladığı iki ayrı manevra tüm dünyada yaygın olarak ve yüksek başarı oranları ile kullanılmaktadır. Kliniğimizde Epley manevrası tercih edilen yöntemdir:
 Dix-Hallpike testi ile lezyonlu kulak saptandıktan sonra, hasta yine oturur pozisyona getirilir. Hastanın başı lezyonlu kulağa doğru 45° çevrilir.
 Hasta, Dix-Hallpike testindeki gibi, hızla arkaya doğru yatırılarak, başı hiperfleksiyonda kalacak şekilde yaklaşık 1-1.5 dakika kadar beklenir.
 Hastanın başı karşı kulağa doğru 90° çevrilir, ve bu pozisyonda da 1-1.5 dakika beklenir.
 Başı aynı yönde 45° çevirmeye devam edilir. Bu çevirme sırasında hasta gövdesi ile de 45°lik bir dönme yapar. Bu pozisyonda 1-1.5 dakika beklenir.
 Hasta tekrar oturur pozisyona getirilir.
 Hastanın başı fleksiyona ve orta hatta getirilerek test sonlandırılır (Resim 5).
Bu manevra ile hastaların yakınmalarında dramatik iyileşme olur. Ancak, hastalığın paroksismal doğası gereği, yeni otolitlerin makuladan serbestlenerek posterior yarım-daire kanalı içine girmesi, ve kliniğin yeniden oluşması olasılığı her zaman için söz konusudur. Halen bu olasılığı azaltacak bir tedavi metodu bulunamamıştır.
Çok nadir de olsa repozisyon manevralarından fayda görmeyen, ve yoğun vertigo ataklarına maruz kalan hastalarda cerrahi yöntemlere başvurulması önerilmektedir. Singuler sinir nörektomisi (posterior yarım-daire kanalına ait sinirin kesilmesi) ve posterior yarım-daire kanalının oklüzyonu tanımlanan iki ayrı cerrahi tekniktir.

Vestibüler nöronit (nöropati)
Vestibüler sinirde oluşan enflamasyona sekonder olarak oluşan, ani başlangıçlı, aralıksız ve günler süren vertigo yakınması, nistagmus, bulantı-kusma gibi vejetatif semptomlar ile karakterize klinik tablodur. Genellikle orta yaşlarda (40-45) sıktır. Etyolojik faktör olarak genellikle viruslar suçlanmaktadır. Bazı olgularda iskemik süreçler de rol oynamaktadır.
Fizik muayenede, tüm bakış yönlerinde tek tarafa vuran (yön değiştirmeyen) nistagmus saptanır. Nistagmusun vurduğu taraf sağlam kulaktır. Romberg testi, Fukuda testi ve yürüyüş testi uygulandığında hastanın lezyonlu kulak tarafına (nistagmusun vurduğu yönün tersine) düşmeye eğilimli olduğu gözlenir. Kalorik stimülasyonda lezyon tarafında nistagmus yanıtı alınamaz (vestibüler paralizi). Radyolojik incelemelerin tanıda yeri yoktur. Odyolojik testler normaldir.
Hastalarda aşağıdaki bulgular bulunmaz:
 İşitme kaybı ve tinnitus.
 Diğer kranyal sinirlere ait patolojiler
 Trunkal ataksi, dismetri, disdiadokokinezi.
 Patolojik timpan membran bulguları.
 Ateş.
 Ense sertliği.
Tedavi:
Vestibüler sinirde oluşan enflamasyona sekonder paralizinin regrese olması söz konusu değildir. Ancak herhangi bir müdahale yapılmasa da yaklaşık 1 hafta içinde klinik tablo geriler. Bu gerilemenin sebebi santral sinir sisteminin kompanzasyon mekanizmasıdır. Dolayısıyla tedavide amaç, bu kompanzasyon mekanizması gelişinceye dek hastanın yakınmalarını azaltmak ve kompanzasyon mekanizmasının devreye girmesini hızlandırmak olmalıdır.
 Hastanın yakınmalarının azaltılması amacıyla uygulanacak semptomatik tedavide:
o H1-reseptör blokerleri (dimenhidrinat, difenhidramin,prometazin)
o Benzodiazepinler (diazepam, lorazepam)
o Antiemetikler (metoklopramid) kullanılabilir.
 Santral kompanzasyonun devreye girmesini hızlandırmak için yapılması gereken ilk basamak, yukarıdaki ilaçları akut dönem olan 3-4 günlük süreden sonra kesmektir. Bu ilaçların uzun süre kullanılması santral sinir sisteminde supresyona neden olacağı için kompanzasyonu geciktirecektir. Yapılması gereken ikinci basamak, vestibüler rehabilitasyon egzersizlerine 2.-3. günde başlamaktır. Hastayı rahatsız etmeyecek şekilde, önce göz, sonra baş, daha sonra boyun ve gövdeyi içeren tekrarlayan hareketler ile kompanzasyon hızlandırılır.

0 yorum:

Yorum Gönder